12 Temmuz 2011 Salı

FAZLA KİLO SORUNSALI


Günümüzde fast-food dediğimiz beslenme türü her yaştan insanın alışkanlığı haline geldi. Misal 85 yaşındaki anneannem hamburgere bayılır.:) Kuru fasulye-pilav yerine hangimiz çift köfteli hamburger yanına bomfrit ve kolayı tercih etmez ki? Vazgeçilesi şeyler değil doğrusu. Madem ki onlardan vazgeçemiyoruz, madem ki kendimizi mutlu ediyoruz, ozaman aynı zamanda vücudumuzu mutlu edelim.
Kendi yöntemimi paylaşmak istedim; Öncelikle marketlerden, aktarlardan rahatlıkla temin edebileceğimiz DÖKME yeşil çayımızı alırız. Fakat dikkat edelim sallama değil bildiğimiz demleme yeşil çay. O yeşil çayı bir güzel demleriz. Yalnız dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisi, yeşil çayımızı çok fazla kaynatmamak. Zira içindeki suyun oksijen oranı düşer aynı zamanda acımsı bir tat alır. Sonra fincanımızın çeyreğini süt ile doldururuz. Üzerine yeşil çayı da ekleriz ve afiyetle içeriz. Kesinlikle şeker, tatlandırıcı vs. kullanmayız tabi ki.
Bu formül hem vücudunuzu toksinlerden arındırır, hem de ruhsal bir rahatlama sağlar. Sindirim sistemini çalıştıran bu karışım yediğimiz o zararlı fast-foodların etkisini azaltır. Ayrıca yeşil çayın yağ yakıcı özelliği de kilo vermenize yardımcı olur.
Zira bu yönetmle 2 ayda 8 kilo verdim.

MUTLULUK


Varolmanın en güzel ödülüdür mutluluk. Bir sanattır adeta. Yaradanın Tüm canlılara bahşettiği bir sanat... Tek sorun bu sanata olan yeteneğimizi keşfedebilmek. İnceliklerini, sınırsızlığını, değerini öğrenmek.
Büyük şeyler aranmamalı bu sanatı becerebilmek için. Ufak bir kıvılcım düşse içimize, tebessüm ettirmeye yetmeli. Mutluluk resmedilebilir, uğruna şarkılar yazılabilir, filmlere senaryo olabilir. Lakin ne kadarı gerçek? Şair dememiş midir "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin?" diye? Mutluluk bir sanattır dememe aldanmak yersiz. O bir sanattır ki, elle tutulmaz, gözle görülmez, yenmez, içilmez... Hissedilir! Marifet ne kalemdedir, ne kağıtta, ne alçıda, ne boyada... Maharet yürekte saklıdır. Kuşun kanadını savuruşunda, balığın yüzgecini suya vuruşunda, bülübülün gül dalına konuşunda, ananın yavruyu kucaklayışında gizlidir.
Mutluluk kelimesinin yanında bir kelime vardır ki o da hüzün... Belki düşman görünür bu ikisi birbirine, zıt anlamlar taşır. Oysa mutluluğun değerini anlamanın en geçerli yolu hüzündür. Hüzünlenmek, belki de gözyaşı dökmek... Hüzünler olmasa, gülüşlerin ne anlamı kalırdı? Hep gülümseyemez ya insan, ağlamalıdır da bazen. Ağlanmalıdır ki, gülüşün güzelliği çıkabilsin ortaya, kat be kat artsın kıymeti. Ancak böylece gülüp geçmeyiz, geçemeyiz gülmekten. Apayrı yerini anlarız kahkahaların...
Hasretle vuslat gibidir hüzün ve mutluluk, düşman değil kardeştirler, çift yumurta ikizidirler! Bu yüzden benzemezler birbirlerine, ama varlıklarını birbirlerine borçludurlar bi okadar da.
Mutluluğun yeri ve zamanı yoktur bence. O hep içimizde bizim onu ortaya çıkarmamızı bekler durur.
Gülümseyin, gülümseyin ki mutluluk ruhunuza yapışsın...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

ÜNİVERSİTEDEN MEZUN OLUNCA...

Ne büyük umuttur üniversite...Dersaneye gidersin, sabahlara kadar test çözersin...Kazanırsın üniversiteyi. Yeni arkadaşlar, yeni şehirler, yeni aşklar,herşey üniversiteyle başlar.Ben ne yaşamışım dersin.Ailenden uzakta kendi ayaklarının üstündesindir artık.Bazıları üniversiteye başlayana dek anlamaz hayatın zorluklarını, mutlaka çocuk yaşta tanışan vardır zorluklarla.Dersler, vizeler, finaller, bütünlemeler, gezmeler, tozmalar derken bir de bakmışsın ki kep atma törenindesin.Heyooo Yupiii sesleri eşliğinde fırlatırsın kepi.Sanırsın ki bitti bütün zorluklar.Evet ben artık üniversite mezunuyum.(YAZIK) Hemen iş başvuruları, kpss'ler, banka sınavları falanlar filanlar... Büyük bir heyecanla beklersin. Her telefon çaldığında dersin "acaba hangi şirketten arıyorlar"... 1 gün geçer, iki gün geçer... Daha yeni bitti okul dersin biraz dinleneyim çok yoruldum 4 senede (ya da 2 senede)... Tabi ki zaman akıp gitmeye devam eder... 1 hafta, 2 hafta, 1 ay, 2ay... Bir bakmışsın ki yaz bitmiş, ama gidecek bir üniversiten bile yok... Hoş; gidecek bir işin de yok!

İsyanlar başlar. Aileye tavır almalar ,sanki tüm suç onlardaymış gibi. İlk zamanlar burun kıvırdığın, çalışmam dediğin işlere başvurular bu safhada başlar."Ne iş olsa yaparım abi!" modunda ortalıkta dolaşılır...

Demem o ki; yeni mezunlara iyi davranın. Tamamiyle değişen hayatlarına adapte olmaları çok zor ve meşakkatlidir. Depresyona girenini mi ararsın, saldım çayıra mevlam kayıra pirensibini benimseyenini mi? Mezuniyetle iş bulma arasındaki o beter zamanlar insanın karakterini,huyunu, suyunu tamamiyle değiştirir. Asıl hayatın zorluğu o zaman dilimindedir. O işsiz kalma endişesi, o karamsarlık -aynı zamanda yıkılmadım ayaktayım tripleri- kimsede yoktur.

Bazıları o zaman diliminde ayaklı sarı sayfalar olur, bazıları filozof, bazıları seyyah... Bazıları da benim gibi yazar olmaya çalışır...

HASRETLE



Ellerimi ellerine bırakmak,
Çıplak bedenimi koynuna yaslamak,
O huzurlu göğsünde uyuyup kalmak,
Uyanıp yanıbaşımda bulmak seni,
Gözlerinin içinde kendimi görmek...

İHANET

Herkesin günahı kendine derler, yalan sevgilim!
Sen günah işlersen ben yanarım burada!
Dokunduğun her ten benden biraz yaşam hevesi alır da götürür...
Kırılan kalbimin parçaları ruhumu kanatır.

Hani derler ya bu insanlar;
Her insan aldatır...
İnanmamak isterim.

Bizim aşkımızda leke olmasın,
Ben lekeli bir aşka analık edemem.
Seni de o aşka baba yapmam!

Bilirim kızarsın ihanet lafına,
Ama insanız sonuçta...
Uyma sakın o kahrolası şeytana!
bana kulak ver;AŞKSIN!!!